Bana kalırsa bu sıralar ikisini de yapmamak daha iyi görünüyor. Çünkü şu sıra öncelikle ithalat, bir o kadar da ihracat yapabilmek ve sonuçlandırabilmek için hayli efor harcamak gerekiyor. Kısmen ironi yapıyor olsam da, bu sıralar gerçekten dış ticaretçi olabilmek kolay değil. Oysa ki ülkemiz için en önemli konulardan bir tanesi ihracatımızı artırmak ve geliştirmek.
Ama kaçırmamak gereken bir nokta da, ihracat kadar ithalatın da önemli olduğu, ülke ihracatımızın büyük ölçüde ithalata dayalı olduğu ve sistemin ahenk içerisinde çalışması gerekliliği. Ancak bugünlerde dış ticaretçilerin bir hayli dertli olduğunu da paylaşmadan ve dertleri sıralamadan edemedim.
Baktım benden başka da nedense bunu pek de yapan yok, ben de hafta arası bir tweet paylaşarak dile getireyim dedim. Tweetim viral oldu, yüzbinlerce okuma ve beğeni aldı. Ortada bir sorun veya sorunlar varsa, yapmamız gereken elbette yetkililerin dikkatini çekmek, onları haberdar etmek.
Konuyu şöyle özetlemeye çalışayım: Yaklaşık 34 yıllık iş yaşantımda dış ticaretin her kademesinde bulundum. Dış ticaret açığının sene sonlarında daha düşük çıkması için olsa gerek, yıl sonlarında ithalatın zorlaştırıldığı da tecrübelerim ve yaşadıklarım arasında. Bu durum neredeyse hiç değişmedi. Gelin görün ki bu kez yaklaşan seçimin etkisinden olsa gerek, ithalatın en zor yapıldığı günlerden geçiyoruz.
Zira Ürün Güvenliği olarak bilinen TAREKS uygulamaları olağanüstü boyutlara ve sürelere ulaşmış durumda. Lokomotif sektör olarak adlandıracağımız tekstil de dahil olmak üzere, pek çok sektörde ithalat süreleri bir hayli uzadı.
Bu da şüphesiz ithalatçıya ve elbette tüketiciye de maliyet olarak dönmekte ve dönmeye devam edecek. Yazımı konuyu yaşamayanlar okuduğunda, ürünlerin güvenli girmesine mi muhalefet ediyor diye düşünebilir. Oysaki hiç öyle değil, hiçbirimiz güvenli ürün girişine muhalif değiliz, olmamız da söz konusu değil.
Ancak son dönemde artırılan denetimlerin birdenbire tüm ürünlere uygulanmaya başlanılması, denetim ekipleri olmamasına rağmen idari personelle bu işin yapılmaya çalışılması bu sonuçları ortaya çıkardı. Hal böyle olunca, gümrüklerde ve limanlarda haftalarca bekleyen yığılmalar, ithalatçıları isyan noktasına getirdi.
Limanlarımızın da denizyolu taşıma şirketlerinin de önemli bir bölümü yabancı sermayeli şirketlerden oluşmakta. Bu tablonun yurt dışına döviz kaçması anlamına da geldiğini akıllardan çıkartmamak gerekiyor.
İhracatçılarımız ise, büyük oranda ithalata dayalı üretim gerçekleştirdiklerinden, TSE uygulamaları dahil, ürün güvenliği denetimleri ile süreçlerinin aksamaması için çaba harcıyorlar. Öte yandan Kambiyo Rejimi ile boğuşmakta, ihracat gelirlerinin %40’ını TL’ye çevirerek kur makasından zarar görmemek için çabalamakta, öte yandan kur zaten yükselmediği ve parite de Euro lehine dönmediği için kambiyo zararı etmemek için uğraş veriyorlar.
Üstelik krediye ulaşmanın da zor olduğu bir dönem olduğunu düşündüğümüzde, ihracatçılar için finansal problemlerin tavan yaptığını söylemek mümkün. Mevcutta daralan AB pazarının etkilerini de hesaba kattığımızda, ihracatçı olmanın da zor olduğu bir dönem olduğunu söylemek abartı olmaz. Elbette bunların hepsi konjonktürel problemler ve bir süre sonra normalleşme olacak.
Ancak gelinen noktada dış ticaretçi olmaktansa olmamak daha cazipmiş gibi görünüyor. Hele ki bu dönemde ithalatçı olmak devenin hendeği atlaması kadar son derece ki ithalat ihracatın kardeşi, ayrılmaz parçasıdır. İthalattan bu denli korkmak ve çekinmek yerine, üretimi artırabileceğimiz politikalar ile sorunları kökten çözmeye gayret etmeliyiz.
Milliyetçi bir yaklaşım gösterin, ithalat olmasın veya dahilde işleme ile üretim yapmıyoruz gibi tezlerin yersiz olduğunu; hepimizin üretimi artırmayı ve markalaşmayı fazlası ile istediğimizi ve arzuladığımızı çok iyi anlamak gerekiyor.
Şu an masanın gümrük müşavirliği safında yer alan bir dış ticaretçi olarak; anlık ve aylık dış ticaret makasını kapatma girişimlerinin, gerçekte hangi yaraları açtığını iyi kestirmek gerektiğine işaret edip noktayı koyayım, ardından bürokratlarımızın çağrımıza kulak vermesini bekleyelim.
Hakan Çınar